logo
add image

TBMM BAŞKANI SAYIN MUSTAFA ŞENTOP

Sayın Cumhurbaşkanım,
Kıymetli misafirler,
Aziz milletimiz,
Bugün, Siyaset hayatımızda vahim ve meş'um bir hadise olarak hatırlanan 27
Mayıs askerî darbesinin 62’nci yıldönümünü hüzünle, ve fakat şuurla idrak etmek
mevkiindeyiz.
Faillerinin cürmünü, mağdurlarının dramını ve hadisenin hakikî mahiyyetini bir
kez daha hatırlama mecburiyetimiz, bu toplantıları kuru birer yas töreni olmaktan
çıkarmaktadır.
Millet olarak acılarımızı bastırmamalı, travmalarımızla yüzleşmeli, uğradığımız
saldırıları tahlil, teşrih ve teşhis etmeliyiz. Bunları yapmak, intikam arzusundan
değil, benzer musibetleri engelleme kaygısından kaynaklanmalıdır.
Şu artık apaçıktır ki, geçmişte yaşadığımız askerî darbeler, ikbal ve iktidar
arayışındaki bir grup maceracı ve çetecinin teşebbüsü ve fiili olmaktan daha fazlasıdır.
Yaşadığımız her darbe, Türkiye’nin bağımsız politikalar geliştirecek güce erişmesini
engellemek maksadıyla tertiplenmiştir.
Bu yüzden, Millî kadrolar ne zaman Türkiye’yi ilerleme istikametine soksa, bu
hamleleri kendileri için tehdit gören odaklar harekete geçmiş, içeriden tertiplerini
hayata geçirecek işbirlikçilerini de, maalesef, tedarik edebilmişlerdir.
Şunu da ekleyelim; Darbecilerin teşebbüslerine gerekçe olarak ilan ettikleri her
şey, dışardan tezgahlanan bu suikastlerin bahaneleridir.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Değerli misafirler.
27 Mayıs askeri darbesinin, Türkiye'de darbeler tarihinin bir başlangıcı olarak
değerlendirilmesi doğru olmakla beraber, tam açıklayıcı değildir. 27 Mayıs,
Türkiye'de millet iradesini vesayet altına alan bir düzenin kuruluş tarihidir.
Serbest seçimlerin yapıldığı andan itibaren, milletin oyu ile iktidar olamayan, iktidar
olamayacağını anlayan zihniyet, sandık dışında yollar aramaya başlamıştır.
14 Mayıs 1950'de yapılan seçimi, uzun yıllar ülkeyi seçimsiz, seçim olduğu zaman
da seçeneksiz yönetenler, ilk serbest seçimi kaybetmiştir. 1954'te yapılan seçimi de
kaybetmişlerdir. 1957'de yapılan seçimi de kaybetmişlerdir. 1960'ta merhum
Menderes seçim yapmayı telaffuz etmiştir. Ama seçim olduğunda, tek parti
dönemi bürokratik ve siyasi elitlerinden oluşan yapı yine kaybedecektir.
Eğer kazanacaklarına inansalar darbe yapmayı değil, seçimi beklemeyi tercih ederlerdi.
Mesele şudur; serbest seçimle bir türlü iktidara gelemeyen, iktidara gelemeyeceği
de kat'i olarak anlaşılan bir siyasi düşünce, seçim olmadan nasıl iktidara getirilebilir...
Tabii, akla gelen ilk formül askeri darbedir.
Zaten askeri darbe hazırlıkları 1954 seçimlerinden hemen sonra başlamış, ordu
içerisinde cuntalar, çeteler oluşturulmuştur.
Bu sebeple, 27 Mayıs'ı, 1959'da, 1958'de Menderes'in hatalarıyla ilişkilendirmek
külliyyen yalandır.
Nihayet 27 Mayıs'ta, seçimle iktidara gelemeyen siyasi anlayış cebren iktidar olmuştur.
Ancak bu sürdürülebilir değildir. Bir kaç yıl içinde mutlaka seçime gidilecek.
Seçim olacak ve yine kaybedecekler.
İşte, o zaman, seçimle iktidara gelemeyen bu siyasi düşünceyi ve kadroyu, seçimi
kazanamasa da iktidara getirecek, seçimi kaybetse de iktidarda tutacak bir formül
geliştirilmiştir.
O formül, 1961 Anayasasına dayanan vesayetçi düzendir.
Tabiri caizse, 27 Mayıs'ta sadece bir askeri darbe yapılmamıştır; 27 Mayıs'la
sürekli bir darbe rejimi kurulmuş, darbe dönemi sürekli hale getirilmiştir. 27
Mayıs, "ümmü'l-darabat"tır, yani darbelerin anasıdır.
Sonraki darbe ve müdahaleler bu vesayetçi dönemin onarımı kabilinden olmak
üzere gerçekleşmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanım
Bu vesayetçi sistem, zatıalinizin liderliğinde, 2002'den bu yana, siyasetin insiyatif
almasıyla, vesayetin alanı daraltılıp siyasetin alanı genişletilerek adım adım ortadan
kaldırılmıştır.
Önce siyasi tasarruflar, sonra hukuki gelişmeler ve düzenlemeler vesayetçi sistemi
bertaraf etmiştir.
Nihayet, 15 Temmuz 2016'da, bir başka vesayet hamlesine, hain darbe teşebbüsüne
milletimizin göğsünü siper etmesi suretiyle bu meş'um dönem fiilen tam
olarak sona erdirilmiştir. Vesayet düzeninin hukuken sona ermesi ise, cumhurbaşkanlığı
hükümet sistemi değişikliği ile, anayasa değişikliği ile 2017'de gerçekleşmiştir.
Burada basit ve hızlıca cümlelerle, kolayca ifade etmeye çalıştığım bu süreç, elbette,
büyük mücadelelerle, büyük acılarla gerçekleşmiştir.
Siyasetimiz çok uzun süre, 27 Mayıs darbesiyle açılan, Yassıada hukuksuzluğuyla
ağırlaşan bir yarayla yaşamak zorunda kalmıştır. 27 Mayıs darbesi, hukukun
araçsallaştırıldığı, millî iradenin bu hukuk anlayışıyla rehin alındığı bir dönemin
miladı olmuştur.
Yassıada, başta Merhum Menderes olmak üzere milletin temsilcilerine en ağır
muamelelerin reva görüldüğü bir kötülük ve işkence merkezi olmuştur.
Akıbetine ve kadere, ‘muğber’ olmadığını söyleyerek idam sehpasına yürüyecek,
hayatına son verilirken milletine ve devletine ebedî selamet dileyecek kadar
mukadderatına teslim olmuş merhum Menderes, elbette ki karşı karşıya olduğu
şer şebekesinin hakikî karakterinin ve başına gelebileceklerin farkındaydı.
Menderes, kendilerine rağmen, memleketi 10 yıl Başbakan olarak yönettiği halde,
şer kuvvetlerince iktidardan düşürülürse evinin yolunu tutamayacağını, ya idam
edileceğini ya da sürgüne gönderileceğini biliyor ve söylüyordu.
Merhum bunu şöyle ifade ediyordu; “Şer kuvvetlerinin insafı yoktur. Ahlaksızlar,
ahlak ortadan kalkmadan rahat edemez. Kendi huzurlarını sağlamak için şeref ve
haysiyeti kurban etmekten başka çareleri yoktur.”
Merhumun ne kadar haklı olduğu, insafsızlığın nasıl tezahür ettiği en açık haliyle
Yassıada’da görülmüştür.
Yassıada yargılamaları ve akabinde gerçekleşen idamlar, toplumsal ve siyasi
hafızamızda tamiri çok zor yaralar açmıştır.
Merhum Menderes’in elleri bağlı bir biçimde idam sehpasına götürülüşünü
gösteren resim, millete ve siyasetçilere verilen bir gözdağıdır.
O tarihten beri, bütün siyasetçilerin gözünde o idam sehpasındaki kefenli
Menderes fotoğrafı vardır.
Bir an unutulsa, o fotoğrafı hatırlatan darbeci artıkları ortaya çıkmaktadır.
Bu fotoğrafı siyasetin ve siyasetçinin zihninden silmek ancak açık bir meydan
okuma ile mümkündür.
Nitekim, Sayın Cumhurbaşkanımızın, "biz kefenimizi giyerek bu yola çıktık" sözü,
bu büyük travmayı çözen çok önemli bir sözdür.
Gençlerimizin bu tarihi arka planla bu sözün kıymetini kavramaları gerekir.
Yani, sizin bizi yolun, işin sonunda tehdit ettiğiniz o kefen var ya, biz ondan korkmuyoruz;
biz onu yolun başında kabul ettik, giydik, yola öyle çıktık.
Siyaset üzerindeki kefen gölgesi psikolojik olarak böyle yırtılmış, atılmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Aziz misafirler,
Merhum Menderes, darbeden 10 gün önce büyük bir Ege gezisine çıkar. Ve gittiği
heryerde, yaklaşmakta olan tehlikeyi ve niteliğini farkeden, kendisine hizmet
edenlere karşı vefâ duyma asaletiyle meşhur aziz milletimizin büyük coşkusuyla
karşılanır.
Merhum Menderes’e dair kanaat belirten, onu tasvîr eden herkesin üzerinde mutabık
kaldığı başlıca hususlardan birisi, onun milletine duyduğu aşk ve milletle
kurduğu muhabbet bağıdır.
Bu muhabbet ne tesadüfîdir ne de yapmacıklı. Zirâ merhum Menderes, şu sözlerin
sahibidir;
“Milletin severken aldandığı görülmemiştir. Ama sevgi madrabazlarının milleti aldatmaya
çalıştıklarını çok gördük. Ben madrabaz değilim. Ben aziz milletimle,
onun altın bahası sevgisiyle yekvücut olmuşum. Kimse milletimi benden, beni milletimden
koparamaz.”
Merhum Menderes’in milletimizin gönlünde kazandığı yerin izahı, işte bu bağdır.
Bu bağdan ötürü, darbeden sadece 10 gün önce, Gediz Barajı’nın açılışında, yol ve
vasıta yokluğuna rağmen barajın civarındaki dağların yamaçlarına 60 bin insan
dizilir. Çok yakın bir siyaset ve yol arkadaşı bu manzara karşısında şunu sormak-
tan kendini alamaz; “Hangi inanç, hangi kuvvet, kadınlı, erkekli, çocuklu, ihtiyarlı
bir koca kitleyi dağbaşına sürüklemişti?”
Bu hayretin izahı, bu sualin cevabı, milletimizin özgürleşme iradesinin ve çileli
siyasî mücadelesinin tarihidir. Fakat bu acı günde şu kadarını söylemekle yetinelim;
Darbeden sadece on gün önce ve ifsat şebekeleri birkaç bin kişiyle Ankara ve
İstanbul’u karıştırırken milyonları Menderes’i her gittiği yerde bağrına basmaya
sevkeden ruh ve şuur, 15 Temmuz gecesinde şahit olduğumuz tarihî direnişin
mayasıdır; tohumudur.
Merhum Menderes’in katline sebep, milletiyle kurduğu bu bağdır. 1876’dan 15
Temmuz darbe girişimine kadar her müdaheleyi kurgulayan ve bugün de bu
gayretlerini sürdüren odakların ana gâyesi, milletle idarecileri arasındaki muhabbet
ve itimat bağını kesmektir.
Zirâ, bu aziz millet idarecileriyle bütünleşirse, idarecisinde kendini görürse, tarih
tekerrür eder ve Türkiye, kıstırılmaya çalışıldığı dar daireden taşıp bir zafer
şehrâyini olarak cihana yayılır.
İyi bilelim ki, bugünkü kavgalar ve dayatmalar da bundan ibarettir.
Merhum Menderes’i zaman zaman hadiseleri ve tabloyu doğru teşhis edememekle
itham edenler, onu safdil bulanlar olmuştur. Fakat Merhumun kurulan tuzağı,
hazırlanan tezgahı gayet vazıh bir biçimde gördüğü kesindir.
Menderes, Türkiye’nin ve milletin asıl ihtiyacının kalkınma, büyüme ve refaha erişme
olduğunun farkındadır. Bunları yapmak içinse küçük zümreciklerin değil,
topyekun milletin desteğinin ve rızasının esas olduğunu bilir.
Bu yüzden, Türkiye’yi kaosa ve darbeye sürüklemeye çalışanlar için darbeye kısa
süre kala yaptığı bir mitingde, “Türkiye’nin kaderi Ankara’nın 2 kilometrelik bulvarı
ile İstanbul’un 4 kilometrelik caddeleri arasında halledilemez. Onlara öğretmek
lazımdır ki, Türkiye’nin kaderi yalnız sizlerin, yani Türk milletinin elindedir”
demekten çekinmez.
Bazıları 27 Mayıs darbesi ve bu hadiseye yaklaşılan günler hakkında fikir beyan
ederken Merhum Menderes’in de hataları, hatta suçu olduğunu söylemekten geri
durmaz.
Şüphesiz ki, her insan, her devlet adamı ve siyasetçi hatalar yapmıştır, yapar ve yapacaktır.
Zirâ sadece ölüler hata yapmaz. Fakat bugünden bakıldığında şunu
söylemeye mecburuz; Başbakanlık dönemi göz önüne alındığında Merhum Menderes’i
darağacına götüren hataları değil, icraatları ve doğruları karşısında öfkelenen
millet ve Türkiye düşmanlarının kinidir.
Evet, 27 Mayıs darbesi, millet ve Türkiye düşmanlarının kininin eseridir.
Esas itibariyle 27 Mayıs darbesi, son 150 yıllık siyasi tarihimizin belli aralıklarla
tecrübe ettiği habis bir hastalığın hortlamasıdır.
Bu sebeple son 60 yılda maruz kaldığımız bütün antidemokratik müdahalelerde
Sultan Abdulaziz’i tahttan indirip katleden 1876 darbesinin izlerine, II. Abdul-
hamid’e yönelik gaddarane ve kimi zaman gayrımillî muhalefet damarına rastlamak
mümkündür. O öyle bir damardır ki bu, sırf II. Abdulhamid’i tahttan indirebilmek
için Ermeni komitacılardan bomba tedarikinde, Avrupalı güçleri İstanbul’u
işgale ikna için uğraşmakta ve Sultan’ın Ermeni teröristlerin bombasından kurtulmasına
hayıflanmakta beis görmez.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Aziz milletim,
Merhum Menderes’in şu sözlerini bugün hatırlatmaya mecburum. Adi ve
gayrımillî bir tertiple katledilen vatan evladı, millet büyüğü Merhum Menderes
şöyle demekte;
“Demokrasi, vatandaşlara insanca yaşamanın şartlarını tahakkuk ettirmek
yoludur. Cenab-ı Hak bu hayırlı işlerde Türk milletinin yardımcısı olsun. Fitne ve
fesada yalnız bugün için değil, istikbalde ve ebediyyen son verilmiş olmasını
müyesser kılsın. En aziz emelim, en hâlisane temennim ve dualarım bunlardır.”
Bu duygu ve düşüncelerle, memleket davasının has evlatları, millete hizmet vazifesinin
en parlak isimleri olarak temayüz etmiş hürriyet şehitleri Hasan Polatkan,
Fatin Rüştü Zorlu ve Adnan Menderes’i rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum.
Allah, düşmanların şerlerinden ve tertiplerinden; hırsına esareti sebebiyle her
türlü alçaklığa alet olmuşların fitne ve fesadından milletimizi ve devletimizi
muhafaza buyursun.
Hürmetlerimle.


İSTANBUL 2 NOLU BAŞKANLIĞI

Paylaş:

Üst